17 Şubat 2009 Salı

yazılarım-II

PARA MI
EDEBİYAT MI?

“Bizi yalnız özgürlük için
Mutluluk için yarattılar”*


Para ve reklâm tuzağındaki edebiyat sorgulamasına paranın ve reklâmın tuzağındaki insan konusundan başlanmalıdır. Kapitalizmin mal-meta olarak belirlediği bunca ürünün çeşitliliğiyle ‘özgürleştirilmiş’ bireylerin var olma çabası, bu düzen içerisinde ne kadar köleleştirildiği ile ilişkili gibidir.

Endüstride, elektronikte, nano teknolojide ve bilişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle bilim, insanlığa hizmet etmek yerine, paraya ve tüketime yönlendirilmektedir.
Bu gelişmişliğe karşın insanlığın temel sorunları olan açlık, yoksulluk gibi konularda bir arpa boyu yol alınamadığı günümüzde sömürü, küreselleşme maskesini takarak, savaş ve işgallerle yoksuldan alıp, zengine vermeye devam etmektedir. İnsanlık doğayı kirlettikçe kendi geleceği ile birlikte mavi gezegenin milyonlarca canlı türünün geleceğini de tehlikeye sokma sürecini hızlandırmaktadır.
Liberal ekonominin kriz çığlıkları dalga dalga yayılırken, üretmeden tüketmeye alıştırılmış ya da iş olanakları yeterince sağlanmamış olan halkımız, yoksulluğuyla yine baş başa bırakılmıştır.
Doğru eğitimi alamayan, var olan eğitim koşullarını zorlayarak okumayı başarsa bile iş bulma şansı çok az olan gençliğin, umutsuzluğa kapılmasını engelleyebilmek mümkün mü?
Mümkün ya da değil, tek sorunumuz, vatandaş, krizin etkilerini tam olarak kavramadan, yerel seçimlerin atlatılması, yapılan bunca yardımın karşılığında seçimlerin, iktidarın zaferiyle sonuçlanabilmesidir.

Yaşadığımız çağa, bu açıdan bakınca, sosyalliğini bilgisayar ortamında gönlünce yaşayan bireylerin, aslında siyasal bir körlük içinde edinilmiş bir çaresizlikle yalnızlaştırıldığını görebiliriz32”.

Aydınımız, sanatçımız, bilim insanlarımız, 80 darbesinin uyuşukluğundan yeni yeni uyanırken ülkemizde siyaset, dalları kesilmiş, doğasına uygun yayılışı engellenmiş, güdük bir ağaca ya da derecikleri kurutulmuş iki kollu bir ırmağa benzetilmiştir.
Elbette bu durumların her biri ayrı bir yazı konusu olacak derinlikte konular olup, birbirine etkileri tarihçilerin, uzmanların çözümlemeleriyle aydınlatılabilecek süreçlerin sonuçlarıdır.

Bu ortamda insan, pratik anlamda yalnızca ‘tüketici’, ‘müşteri’ statüsüne indirgenmiştir. Yoksul ve zengin arasındaki derin uçurum, ne yazık ki hep yoksulun yazgısı olarak benimsetilmiştir. Değerlerimizin, erdemlerimizin o canımın içi gelenek göreneklerimizin yerini bencillik, kendi ‘cemaat’inden olanı kayırmacılık almış, çıkarcılık bir salgın gibi yayılmıştır.

Bütün bunlara bağlı olarak sanat eseri de en genel anlamda bir tüketim nesnesi olarak algılanmakta, öncelikle tüketim gereksinimi yönlendirilerek arz-talep çizgisine uygun kitleler yaratılmaktadır.

Uygarlığın hemen her döneminde sanatın- sanatçının işlevi, nedenselliği tartışılagelmiş, çeşitli akımlar sanatın çizgisine yol göstermiş, tarihsel süreçlerin sosyal yaşamdaki tepkiselliklerine göre bu akımların yayılışı, etkileri artmış ya da azalmıştır. Entelektüel kimlik çeşitli açılımlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Dünya tarihinde Robespier’den Voltaire’e, Jean Jacques Rousseau’dan Emile Zola’ya, Hegel den Marks’a bir çok aydın, daha demokratik, daha eşitlikçi bir dünyanın kavgasını vermiştir. Bu anlamda aydın cesareti, toplumsal gelişim uğruna kendi bireysel çıkarından vazgeçmekle eşdeğer olmuştur.
Yakın tarihimizde yaşananları şöyle bir düşünürsek, aydın- sanatçı kimliğinin de bu sınırda netleştiğini görürüz. Mustafa Kemal döneminin devrimsel tutkularla yarattığı bağımsızlık ülküsü, 40’lı yıllardan sonra hemen hemen her yazar çizerin kapısını çalan bir baskı döneminin karanlığıyla boğulmuştur. 80 darbesiyle ‘sol’ , un ufak edilmiş ve ülkemiz Amerika’nın tam anlamıyla güdümüne sokulmuştur.

Geçmiş yılların toplumcu, halkçı, sosyalist gerçekçi edebiyatından söz etmek bir nostalji olarak algılanmaktadır.

İnsanın siyasetten kopuşuyla, sanatın, edebiyatın toplumdan kopuşu arasındaki paralelliğe de dikkat edilmelidir.

Sanatın, insandan, toplumdan uzaklaşmasının bir sonucu olarak, niteliği kısırlaştırılmış, ‘fast food’ tarzı, çabuk tüketilen, kolay pazarlanan yapıtlarla, kitlelerin sanatsal beğeni kültürü, en alt çizgilere doğru çekilmektedir.

Bu soruna, sanatın, sanatçının kime, nasıl ve neden ulaştığına, ulaştırıldığına açıklık getirerek yaklaşılmalı, sorun, sanatçının egemenliği, özgünlüğü ve bağımsızlığı ekseninde değerlendirilmelidir.


Gerçekten de edebiyat parayla boğulmak istenmektedir. İletisini yitirmiş, eğlencelik bir düzeye indirgenmiş, küreselleşmenin her zincirine apolitikliğiyle katkıda bulunması hedeflenmiş bir edebiyattır ki medyanın kucağında gezinmektedir. Satacağından emin olunan kitaplar kitap evi vitrinlerini, market girişlerini süslemektedir. Bu arada adını, reklâmdan ve yayın pazarından sakınan bir çok yazar, şair, okunmadıkça bunalmakta, edebiyat alanlarında yok sayılmakta, ne ‘büyük’ ödüller alabilmekte ne de ‘büyük’ dergilerin ‘altın’ sayfalarında yer alabilmektedir. Bırakın usta, çırak ilişkisinin genç kalemlere kimlik, kişilik kazandırdığı paylaşımları, eleştirmenlerin bile yeni isimlere kapı aralaması çok ender karşılaşılan bir durum olmuştur.

Evet, insanların, toplumların, halkların acılarını, yoksulluklarını, sınırlı özgürlüklerini estetik değerlerden ödün vermeden dillendirerek körlüğü, uyku halini az da olsa aralamak derdinde olmayan, düşündürmek yerine duyarsızlığı, bana ne’ciliği, yapay zevkleri, sanal modaları kısaca anlamsızlığı besleyen bir edebiyat, paranın, reklâmın tuzağına düşmüş demektir.

Pazar ekonomisinde her ürün, tüketicisini bulur, nasıl olsa…



Kendi gerçekliğinden bi’ haber yaşayan ve sayıları ne yazık ki nitelikli okuru defalarca kez katlayan bir okur kitlesine medya olanaklarının sınırsızlığıyla bir çok koldan ulaştırılan popüler edebiyat, şiirden, romana bir çok alanda varlığını sürdürmektedir. Böylece yazarı, yayıncısı ve okuruyla popüler kültürün çiğ beğenisine hiç de azımsanmayacak kişisel çıkarlarla hizmet edilmektedir.

Nitelikli okur nasıl olsa bu saldırganlıktan kendini sakınmayı başaracaktır.
Peki ya diğerleri?

Umutlu olmaktan zarar gelmez. Umutlu olmaya, iyi, güzel ve haklıdan yana yazmaya devam etmeliyiz…



Nilüfer ALTUNKAYA


* Aragon; Elsa’ya Şiirler Çev: Sait Maden

(Afrodisyas'da yayınlandı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder