17 Şubat 2009 Salı

yazılarım- I

Cesare PAVESE


Yaşamın içindeki yalanlardan arınmak için çocukluğundan kalma acılardan kendine duraklar yapıp, geri dönmeye koşullu bir sürgün olmaktan vazgeçemeyen, tinselliğinden ödünç vermedikleriyle hep biriktiren, anların anı olmalarından duyduğu kederli suskunluğunu dizelerinde mitleştiren şiirin yalnız adamı...
Kendi yolculuklarını geri dönüşle bezeyerek hep daha önceyi arayan, zamanın oyunlarından iç dünyasının dalgalarına gemiler yapıp yakan, babasızlığını yaşadığı toprakların ikliminde dindirmeye çalışan ayrıntılar yazarı...Yaşamın sokaklarında dağılıp hep çıkmak istediği yere çıkamasa da aydınlık bir başlangıca ulaşabilen, insanları fiziksel olarak tasvir etmeden onları kendi dünyalarında yaşatabilen, iç dünyalarına bir göz atışla ışık tutabilen bir yaşam zanaatkârı...
Kuzey İtalya’nın Piemonte’sinin Langhe yöresinde, Torino’ya yerleşmiş bulunan ailesinin her yıl olduğu gibi tatilini geçirmek için geldiği S.Stefano Belbo’da, 9 Eylül 1908’de kız kardeşi Maria’dan sonra, üçü küçük yaşta ölen beş kardeşin sonuncusu olarak doğdu. Torino adliyesinde kâtiplik yapan babası köylü bir aileden, annesi ise zengin bir aileden geliyordu.
1914’te yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölüme teslim olan babasının sonsuzluğa göçüşü, yaşamdan ölüm adında gelen ilk darbe oldu. Lisedeki edebiyat öğretmeni Augusto Monti’nin desteğini gördüğü yıllarda, Italio Calvıno’nun anlatımıyla “genç olmanın zevkini çıkarmaktan çok, bundan acı çeken, deneyimsizlikleri, parasızlıkları gereğince tanımlanmış bir topluma ait olmayışları, gelecek tasarılarının yokluğu renksiz ve tatsız bir boşlukta uğulduyor görünen, geceleri yalnız başlarına amaçsız bir biçimde dolaşan şehir gençlerinden” biri olarak yalnızlığını hafiflettiği arkadaşlıklar edindi.
İlk kız arkadaşı olan dansçı bir kızla buluşmak için randevulaştıktan sonra gece yarısına kadar onu beklerken soğuk ve yağmur nedeniyle zatüreye yakalandı.
Yaşamının 1925-1935 yıllarını içeren döneminde, Torino Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Annesi öldü.(1930) Amerika ve Avrupa Edebiyatından çeviriler yaptığı yoğun bir çalışma temposuna girdi.
Antifaşist siyasal görüşleri nedeniyle öğretim kurumlarında öğretmenlik yapması engellenince geçimini özel dersler vererek ve çeviri yaparak sağladı. Bu bir anlamda faşist baskılardan kurtulmasının bir yoluydu. Kaleminin büyüsünü yabancı dillerde yazılanlara çevirerek, özgün çevirilerle, eleştiri ve yazın alanının diğer dallarındaki bilgilerini derinleştirdi.

1935’te evinde bulunan bir mektup nedeniyle hapse atıldı. Sürgüne gönderilmek üzere hapisten çıkarıldı. Brancaleone Calabro’da geçireceği üç yıllık sürgünlüğü suçunun affedilmesi talebi ile kısaltıldı. 1936’da sürgün yaşamından Torino’ya dönüşünde üniversite yıllarında duygusal olarak bağlandığı ‘kısık (boğuk) sesli kadınının’ başka biriyle evlenmiş olduğunu öğrendi. Bu olay kadınlara karşı duyduğu güvensizliği ve acı veren uzaklığı besleyerek içinde baş edilmesi güç bir kavgaya dönüştürdü. Kadınlar, bir yandan çağırıp bir yandan kaçarak kendini izleten, kendine doğru yönlendirip sonra kabul etmeyip, geri iten, “ölüm gibi acı, kötülük yatağı, aldatıcı, herhangi bir kötülükte bulunmaya hazır” birer yanılgıdır.

Ölümün soluğunu hep ensende duyan, aşkın coşkunluğundan kendini sakınması gereken Pavese, yaşamdaki ayrıntıları ve insanın tinsel hallerini somutlaştırarak, öyküleştirmenin şiirini, şiirleştirmenin öyküsünü yazmak çabasındaydı.

Tuttuğu günlükler yoluyla sanatında ulaşmak istediklerini, yaşamındaki olayların içinde yarattığı izleri, derin bilgisi ve duyarlılığı ile süsleyerek paylaştı kendinden sonrakilerle, zamanın ihanetine yenilmemek için belki de. Sürekli irdeleyen, sorularına yanıt aramak için acı çekerek kendi sözünü oluşturmaya çalışan, en sıradan olaylara bile özgünlük taşıyan bir sorgulayıcıdır, o. Yaşamdan yaşantılar yoluyla içine sinmiş, anı, duyuş ve düşüncelerden kurtulamayan, anlardan akan her sinyali algılayan, başkalarının kolaylıkla yaptığı öylesine çekip gitmek eylemini bir türlü başaramayan, irdelemeden duramayan bir akla ve yüreğe sahip olmalıydı. Dindirilemez bir yalnızlıkla sanki bütün kapılardan geçmiş, tüm yokluklara dokunmuş, aşkın, özlemin, sessizliğin çığlıklarını diğerlerinin algı eşiğinin çok üstünde bir şiddetle duyumsamıştı.

İlk şiiri Güney Denizleri’nde okudukça derinleşen düz yazısal bir biçime giydirilmiş imgelerle sıradan bir yaşam kahramanının algıladıklarını yaşatarak dillendiren Pavese, onun uzak diyarlardan kendi doğup, büyüdüğü çevreye yıllar sonra dönüşüyle, öze dönüşü, geriye (geçmişe) dönüşü simgeleştirmişti. Şiir ve romanlarındaki ana tema/konulardan bir olan bu dönüş Pavese’nin geriye dönüşü olmakla birlikte, o hiçbir zaman yaşamın gizemlerini yakalamış mutlu kişilerin özdenetimine sahip olmayı beceremeyecekti. Daha ilk şiirlerinde yapmak istediklerini gerçekleştirerek “İtalyan düzyazısı kendisine yabancılaşmış bir konuşmaydı, İtalyan şiiri ise acı çeken bir sessizlik” şeklinde yorumladığı İtalyan Edebiyatının öneli yazarlarından biri olacağının işaretini vermişti.
Silahların ve acımasız savaşların dünyasında kırılganlığı artarak, telaşsız bir güvensizlikle doğanın ve insanın ayraçlarında dolaştı.

Gençliğinden itibaren faşizme karşı mücadele etmekle birlikte ancak yaşamının son yıllarında komünist partiye girdi. Şiirlerini,öykülerini ve romanlarını ideolojik söylemlerden uzak tuttu. Hedefsizliği, ölümü (intiharı) arayışı ve yüreğine çöreklenmiş yalnızlığı onu Marksistlerden ayırmak için yeter de artardı bile. Sanat yoluyla değişimin gerçekleşeceğine inanmadı. Ama hiçbir zaman dünyada sürüp giden savaşlara, haksızlıklara karşı duyarsızlığı içine sindiremedi.
Silahlarla kuşatılmış erkeklerin dünyasından, oyun, işve, cilve, yalana dönük ikiyüzlülükle bezeli kadınların acımasızlığından sözcüklerin “ yumuşak, kaygan canlılığı”na sığınmayı seçmişti. Kırların, tepelerin, şenlik ateşlerinin, Po ırmağının, Kuzey İtalya’nın rüzgârlarıyla dolu bir hiçlikte kıvılcımlı yaşam sevdalarıyla parlayıp, sönen köylülerin ve kırsallığın, yani kendisini oluşturan doğa ve çevrenin diyalektiğini anlattı. Kırların özgür yalnızlığı ile kentlerin yaşamsız kılan tutsaklığını, yalnızlık-özgürlük zıtlığıyla ve durgun suda oluşturulmuş dairesel dalgaların iç içeliğiyle uzak ve yakının birbirine dağıldığı, anı ve geri dönüşleri, ölüm- yaşam zıtlığını ve birlikteliğini, sessizlik ve gürültüyü, hüzün veren, inciten bir gitme çabasını, gidememe yazgısını yazdı.

Gençlik yılarında, görünüşte mutlu ve kadınlardan yana şanslı olan bir arkadaşının aşk yüzünden intihar etmesiyle, benliğinde kendine belirgin bir yer açtı intihar düşüncesi.

İlk kez kendisine sevgiyle el uzatmasını sağlayan balerin sevgilisi tarafından da derinliğinin yansımalarını çözümleyemeyerek terk edildiğinde kendinden kopuşa sürüklenerek ölümün karanlığını solumaya başladı. İnsanlar, kadınlar, yaşam, ölüm kadar, yazmayı da irdeleyerek, düşünce gücüyle, duygusal beklentilere kattığı yorumlarıyla kendini arayan bir gezgin gibi sınırlarda dolaştı. Peşindeki ışığın gölgesinde onulmaz bir çabayla intiharı saklayarak...



Ne yazmak istediğini önceden belirleyebilen ve başardığında bununla övünç duyabilen ender yazarlardan biriydi. Biçim- öz denemeleriyle kusursuzluğa ulaşmayı amaçlayarak yazan, dillerin dostluğunda çocukluğunun oyunsuzluğunu avutmaya çalışan başka bir Pavese’dir, yazan Pavese... Yine arkadaşı Italio Calvino’nun anlatımıyla “kendisi için her hareketin, her saatin, bir işlevinin ve bir ürününün olduğu adam olarak, az konuşmasının ve başkalarıyla bir arada olmaktan haz duymasının, eylemleriyle var oluşunun bir savunusu olduğu adam olarak, sinirliliğinin tümüyle bir etkinlik ateşine kapılmış kişinin sinirliliği olduğu, bilgelikle çeşnilendirilmiş az sayıdaki dinlenme ve yürüyüşlerinin çok çalışmasını bilen bir adamın dinlenme ve yürüyüşleri olduğu bir adam olarak kalıyor” olumsuz ve umutsuz olan öteki Pavese’den daha az gerçek olmayan “yapan insan, kitapları yazan insan” olan Pavese...
Bir “mırıldanmayla,sözcüklerin seçimiyle, müziksel vurgunun özgür dizelere” dönüşmesi, insanlığın acı dolu deneyimlerinden, doğanın kederli yürüyüşünün seyrine uzanan, geniş, akıcı dizeler birbirini tamamlamıştır artık. Yaşanması gereken yaşanmış, hep bütünlük kaygısı içinde olan Pavese, söylemek istediklerini söylemiştir artık.

“Kelimelerim gerçekten düşünceleri değil, sadece heyecanları dile getirdi. Dramatik olaylar değil, tablolar çizdim. Bir konu- söz gelimi bir yüz- seçip, bunu kendi beğenime göre değiştirinceye kadar, üzerinde duruyordum. Dünyayı şiddet ya da zevk eylemlerinden meydana gelen bayağı bir sergi durumuna indirgiyordum. Bu sayfalarda hayatın kendisi değil, sahnelenişi var. Her şeye yeniden başlamak gerek.” diyecek kadar, yenilikçi ve bitirmeyi değil, başlamayı seçen birinin, “toplama yanlışı yaptığı için doğru sonucu bir türlü bulamadığı” bir sorudur yaşam. “Hem kim yaşamın tatlı bir şey olduğunu söylemişti ki?”

“Manevi bakımdan böyle bir çöküntüye düşünce, maddi (yani fiziksel) çöküntünün de gerektiğini” düşünen, “ne zaman bir güçlükle ya da acıyla karşılaşsa hep intiharı düşünmeye yargılı”, “ temel ilkem intihar, gerçekleştirmediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar” diyen ve “kendini beğenmişlik değil, alçakgönüllülük isteyen” intiharını, “artık yazmayacağım” şeklinde özetleyen bir yaşama uğraşçısının intiharında ölüm mü kazanmıştır yaksa yaşam mı?

Sanatını, yüreğinde, usunda dalgalanan düş ve düşünceleri ile yine yazarak paylaşmayı seçtiği, son derece bilinçli ve düzenli tutulmuş günlüğü, kendisi yoluyla insanlığı aradığı nitelikli görüşleriyle onu bize anlatan bir belge niteliğindedir.

Bu günlük dışında, kim bilir neler yazmış olduğu kağıtlarını yok edip, uyku hapı alarak, bir otel odasının yalnızlığında sonsuz dinlenişe açtı kapılarını.
Onun Torino’su, Belbo’su, rüzgârlarıyla mısır tarlalarının, kırların, insan duyularının, nehirlerin, aşkların dolaşıp, taştığı köyleri, onun umutsuzluğunu kıyılara itilmişliğini, yaşamsız bırakılmışlığını besleyen kadınları, yaşadığı sürgünleri, tasasız bir bekleyişle dolu geri dönüşleri sonsuzluğa uzanan bir yolculuğun bitişi gibidir.

İtalya’nın en büyük edebiyat ödülünü kazandıktan sonra belki bu kez ölmek için olduğunu bilerek, son bir kez yaşadığı çevreye Torino’ya dönüp, yaşamla ölüm arasındaki o saydam perdeyi aralarken artık söyleyeceklerini söylemiş olmanın huzurunu sonunda duyumsamış mıydı?
Ölümünü haykıran gazete sütunlarında, üzerinde giysileriyle durduğu yatakta, ölümüne tanık olmanın utancıyla gölgelenen odadaki eşyalarda, ondan bize kalan bir sorunun yanıtını mı bırakmıştı sessizce?
“Yazarlığının el işçisi, arkadaşı marangoz Nuto’ yu” bulup, Pavese ile dolu dünyasını seyrederken, “Neredeyse Pacese’nin bir bölümünün yaşadığı ya da Nuto’nun bir yanının intihar ettiği söylenebilir.” Diyen Tezer Özlü’nün yaptığı gibi onun yaşadığı yerlere doğru, yaşamın kıyılarına doğru yolculuk yapabilir miyiz. “Ne biriktirdim?” diye sorarak...



Nilüfer ALTUNKAYA

Bu yazı için
Cesare Pavese’nin Şiirlerinde İşlenen Temalar- Doç. Dr. Ziya Ermumcu
Pavese-Bütün Şiirlerinden Seçmeler.Çev. Kemal Atakay
Ve Pavese’nin yapıtlarından yararlanılmıştır.
İtalik yazılmış kısımlar yazarın Yaşama Uğraşı adlı günlüğünden, mektuplarından alınmıştır.

(Berfin Bahar'da yayınlandı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder