14 Mayıs 2010 Cuma

Hakan Sürsal öyküleri

Öykücülüğümüzde Yeni Sıçrama Noktası: Hakan Sürsal Öyküleri

Hakan Sürsal, kendi şiirinin bağımsız evrenini kurmuş ve şiirinin bu özgüselliğinde derinleşen bir yatak olmayı sürdürürken öykülerini de “Sigaralar ve Kargalar” adlı bir kitapta topladı.*

İlk olarak vurgulanması gereken, bu öykülerin, katı geçekçiliği, sözcüklere yoğun varoluşsal görevler yükleyen kurgusu ve izleksel seçkinliğiyle farklılığı ve özgünlüğüdür. Poe ürkütücülüğünden, Kafka simgeselciliğine, Bilge Karasu ve Vüs’at O. Bener ironisine, katı realizmden düşsel çağrışımlara, bireysel boşluklardan, toplumcu acılar eksenine açılıveren öykülerdir bunlar. Gizil bir atmosferde, birden bire loş ve birden bire tüm ayrıntıları çiğleştiren göz kamaştırıcı bir ışık gibidir, dil. Kurgu ve estetiksel anlamda kısa öykünün anlık’sal vuruculuğu, biçemi kucaklarken ana izlek olarak birbirini ardıllayan “yalnız, kopuk, boş vermiş, anlamış, bilen, umursamayan ya da çok fazla umursayan” bir adam felsefi sorularını, yaşamın aynasında yanıtlama uğraşısını abartısızca sürdürür. Sözcüklerin anlattığı kadarıyla biçimlenen bir güncelliğin arka zemininde eşsiz, büyüleyici bir kararlılık ve çaresizlik duyumsanır.
Herkes gibi olmayan, olamayan sıradanlığını yaşarken, bu sıradanlığının aykırılık olduğunu bilmezden gelen, birinci tekil, yalın bir ezgiyi etlendirir gibidir. Birinci tekille kurulan yakınlıkta, eşya da diğerleri gibi bir ‘yaşamak gereci’dir. Ürkünç birer renktir sözcükler ve sayıklama, bilinç gel-gitleri, düşsellikten gerçeğin sınırlarına uzanıveren sessiz doğurganlıkta sınırlı ve sonsuz bir çabayı devşirirler.

Birer düşe açılır kapılar sonuçta, olay-kurgu düzleminin ana ekseni bu düşselliğe bulaşmıştır, gönüllüce.

Ölümcül bir savaş sahnesinden et, kan, organ parçaları sinemasal bir görselliğin ayrıntı zenginliğiyle sunulurken, başka bir öyküde bir karşı cinsle simgelenen ikincil benlik (öteki kimlik), ölümün çağıran yüzünü anımsatırken son derece ayrıntısız verilir. Mezarlık, mezarlık bekçisi ve onun ölümü bekleyen kızı ve annesi, izleksel bir akış ya da bazı öykülerde yinelenen bir seçilmiş izlek gibidir.

Sonuçta öyküleri yaşar kılan, bir birinci tekildir ki; içinde, düş, gerçek, ayrıntı, düzeni kaos, ölüm gülümser. Aynı anda ve iç içe.

Bir ana sorunsal olarak “insan”, hayvanların bile anlayamadığı, kendi türünün yok oluşu için uğraş veren, iki yüzlü bir sevimsizlik içindedir. Yaşam doğadan yansıyan saflığında değildir, bu “insan” sorunsalının odağında. Sosyalliğini kuran insan, çelişkinin (yabancılaşmanın) temelini de üretim ilişkileriyle uzlaşılmaz bir zemine yaymıştır. İnsan, doğanın bir parçası değildir artık, kendi yarattığı önyargılar, kalıplar, uyuşmazlıklar, bölünmeler, savaşlar, kıyımlar, sonsuz çırpınışlar içinde koşullandırmıştır mutluluğu. Şimdi ne yapsa kurtulamaz bu çığlık çığlığa kuşatılmışlığından. Anlamsal, simgesel vurgusuyla insan, insanlığı da tümleyerek alır içine ve böylece bireye açılan bir kapıdan geçerek, içtenliksiz var oluşsal çabaların hırpaladığı insan’a ulaşırız.



Bu acı dolu yaşam-ak edimlerinden arta kalan bir ölüme yatkınlıktır ki; bu, sosyal ve çağcıl yaşantılara kavuşamamış, yalanla barışamamış bireyin yalnızlığından arta kalan terk edilmişliğiyle varacağı en cömert yatkınlık olsa gerek…

Camus’un Yabancı’sı Sartre’a danışarak, karşılar ölmek ve yaşamak arasındaki incelmiş sevinci sanki. Gülümsemeden, göz kırpmadan. Onaylar ve onaylamaz bir tutum sergilemeden. Bir parkta oturup bir yabancıyla yarenlik ederken de, ölüme yürüyen bir genç kıza, anne, babasıyla anlaşmalı olarak eşlik ederken de aynı kişidir. Yüzyılın arka sokaklarında gezinirken bir bara uğramıştır. Ya da örümcek ağıyla eskitilmiş bir dağınık odada uyanışını bırakmıştır. Dijital çağın, duygusuz, sorgusuz, akışkan ilişkilerinde yapış yapış duyumsanan sığlığı söker atar bir selamla. Öznenin dışa vurumu gibidir, baş döndürücü sorularla zihinsel bir şölene çağırır konuklarını. “Kendi üzerine yürümek”, bu olsa gerek!

“Vasiyet”, “Yontucu”, “Çerçeve”, bağımsız birer öyküyken, “Öğle Yemeği”, “Akşam Yemeği”ne (son öykü) uzanan bir bütünselliğin ilk öyküsüdür. Dilin şiirselliği, düz yazının kapsamlı duyarlılıklarını zedelememiş, öyküler söylemesi isteneni söyleyebilmiştir. Farklılığı ve izdüşümsel sorgulamalarıyla en dikkât çekici öykülerden biri de “Barınak”tır. Bir insan, bir köpek, bir kedi insanlığın ne tuhaf bir tür olduğunu tartışabilir. Sosyal duyarlılıkların bilincindeki yalnız birey “Hırsız”da daha bilgiçtir. “Sigaralar ve Kargalar”, güncel yaşamın seyrine yakın duran bir öykü olup, yabaniliğini yitirmiş bir karga yine simgesel bir seçimdir. Ve “Rağmen Yaşamak” da lirizmi ve şiirselliği kalıcı titreşimler yaratacak bir öykü çizgisindedir. “Geceyle gündüzün ayrımını yapamayacak kadar bulanık” bir bilinçle tek düzeliğe yargılı bir yaşayış içine hapsolmuşlukla “Soğuk bedenin üzerine yapışmış son birkaç çığlığı avucuyla süpüren” bir “rağmen yaşamak” düşkününü irdeler korkusuzca. “Salıncak” sanal dünyamızın içinde aradığımız, bir yalnızlık tepkisini nasıl da küçümser. “Oyun”, mezarlık bekçisinin kızı ile oynanan bir oyunu anlatır, soğuk bir yakınlıktan. “Uyku” da yalnızca doyumsuz bir uykudur özlenen. “Garip Bir Cenaze”de hayvan barınağındaki bakıcının içler acısı ölümü anlatılır. Özne, mahallesinin yaşayan kimselerine kulak kabartır. Bu yolla düşselliğin- içselliğin, daha genel bir güncelliğe-dışsallığa uzanışı söz konusudur. “Düş Kurucuları”, etkili girişi, farklı biçimselliği ile çizgi üstü öykülerdendir. “Akşam Yemeği”, bir yazarın, bir karadulla araladığı, ayrıksı yalnızlığının öyküsüdür. Ölümle dans, yansıtıcı kimliklerle yapılan monolog, diyalog düzlemine resmedilmiştir.

“Bir kirleniş benimkisi. Kendi doğrularıma başkaldırdığımda, diğerlerinin yanlışları usumdan dışlanıyor. Var etmek istedikleriyle, olmak istediğimin arasında bir yerdeyim. Çığlıksızca, sakin…Ey sevgili kendim!” (Düş Kurgucuları)
Ve son cümle; “Bir yerden başlamak gerekiyordu…” Amaçsızlığı, boşunalığı kurşunlayan, erdemli bir çabaya soyluca davet eden, bir son cümle.


“Öykü nedir? Ne değildir?” sorularının yanıtını öykünün kendisi verecektir. Şiirde olduğu gibi. Kılıksız, kimliksiz, bulanık suda balık avlama derdine düşmüş edebiyat ve estetik bilinçten bir haber kalemlerce yazıla gelmişlerin öykülerine güçlü bir yanıt oldun. Dil katmanlarının düşünceye açtığı lirik karanfillerle bezeli öykülerinle hoş geldin, Hakan Sürsal.
Kimileri ölmeye devam ederken öykünün var oluşuna asılmak gerek…


Nilüfer ALTUNKAYA
* Sigaralar ve Düşler; Hakan Sürsal- Sone Yayınları -2008

Hece Öykü'de yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder